GELENEK TOHUMU

bir tek kaya doruklaşmıştı o gün
al bir mendil sancaklaşmıştı o gün
elinde yüreği silah bir adam
halk burcunda bayraklaşmıştı o gün

sokaklar kanarken içten içe kimsesiz
kentler ağlarken
ve ihanet tortularıyla kirlenirken deniz
yürüyordu soluğu rüzgar bir adam
her adımı bir geleceği kucaklar gibi
sonsuz ışıklar taşıyordu ufuklardan
yağmurda toprak kokusuydu bakışları
yüreğinde kanatlanmış bir heyecan
yükseliyordu sevginin gökyüzüne
inancı çiçekleyen eylem doruklarından

bu sessizliğe bir çığlık gerek diyordu
korkunun yüreğine korkular salacak
ölümleri çaresiz kılacak bir çığlık
bir geleneği tohum tohum ekip toprağa
enginleri baştan sona saracak bir çığlık

pürköpük coşkulu bir nehirle birlikte
haykırdı soluğunu rüzgar edip yürüyen
işte gün – işte güneş – işte biz
karşımızda sonsuzluğu mavileyen deniz
sonsuzluğa varmayan yaşamı neyleriz
biz ki konuşan dil
açılan gül ve yaratan elleriz
yağmur altında çöl kuraklığıysa yaşanan
bütün çölleri yüreğimizle selleriz

o gün sevinçli bir heyecanla kanatlanan
bir bahçe dolusu çiçek nakliydi güneşe
bağcılar yokuşundan gökyüzüne havalanan
ey istanbul – ey koca kent
yeşili beton beton boğan
maviyi çirkef çirkef kovan kent
yine “sis” vaktidir yaşanan
her yer ihanet pusuları ve duman
hain ökselerdir kuşların ayaklarına takılan

havada yağmur çiseliyor ince ince
mızrak mızrak noktalıyor suları
gökte bulutlar öfkeli
denizde dalgalar kabarıyor içten içe
yarıla yarıla geçiliyor pusular
çiçekler güneşe taşınıyor sessizce

bitmiyordu pusular – gitmiyordu duman

ey bağcılar yokuşu – bağcılar yokuşu
ölümsüzleşen bir ölümün tanık yokuşu
yoksa eğer bu yürüyüşün geri dönüşü
her çukurun bir siperdir artık senin
her penceren bir tanıktır yarınlara
varsın bayrak olup çekilsin yüreğim
her inşaatın bir kaledir artık senin

durdu bir kuytuda soluğu rüzgar olan
sessiz bir gürültüyle seslendi dostuna
yüklen bu bahçeyi geniş omuzlarına
bu yükü mutlaka güneşe taşıman gerek
karanlık bürümesin diye yollarını
bu kalede sisleri durdurmam gerek
yarınları bugünden korumam gerek
suskunluğun zincirlerini kırmam gerek

bir ışık patladı öfkeli bulutlar arasında
güneşe ulaşan ilk çiçek selamıydı yanan
rüzgarın yelesindeki nehir
çoktan uzaklaşmıştı kanlı pusulardan
ve kalesinde soluğu rüzgar olan
ölmeden indirmedi bayrağını burçlardan

bir tek kaya doruklaşmıştı o gün
al bir mendil sancaklaşmıştı o gün
elinde yüreği silah bir adam
halk burcunda bayraklaşmıştı o gün

yağmurda toprak kokusuydu bakışları
dinmişti çiseleyen yağmur
kabaran deniz durulmuştu
dalda çiçek
gökte yıldız vurulmuştu
binlerce sesi katıp kendi sesine
ölümsüzlük türkülerine söz olmuştu
konuşamayanlara haykıran dil
göremeyenlere parlayan göz olmuştu

ölümü özlenen bir yardı onun
inancı çoğalan bir nardı onun
her rüzgara bir fırtına katmıştı
soluğu esen bir rüzgardı onun

sen rahat uyu ey en önde korkusuz giden
bir ışık adına bütün güneşi çiçekleyen
sen rahat uyu
bahçendeki çiçekler çoktan yayıldı gökyüzüne
yedi renkli sevinçler saçıyor şimdi her biri
gözlerinde yol gösteren kutup yıldızı
yüreğinde direnç çiçeği açelyalar
ve dilinde senin
adresi olmayan bir nice sorgular – sorgular

sen rahat uyu ey en önde korkusuz giden
rüzgarlara çiçek yüklü fırtınalar ekleyen
sen rahat uyu
ektiğin gelenek tohumu elde eledir şimdi
yeşeren filizler gülden güledir
dolaşır kent kent
okunur fabrika fabrika
yarattığın destanlar diled diledir
ve içimizde buram buram tüten yarınlar
ki ilk sabahın güzelliği seninledir

Adnan Yücel

Common phrases by theidioms.com