-1-
Aşksız ve paramparçaydı yaşam
Bir inancın yüceliğinde buldum seni
Bir kavganın güzelliğinde sevdim
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
 Ne dudaklarda yarım şiirler 
 Ne solmuş aşk ve deniz
 Uçurumlarda direnen güller
 Törenlerle yakılmıyordu henüz
 Dimdik ayaktaydı bitimsiz çoşkular
 Bazen aşılmış
 Bazen aşılmak üzere
 O serdengeçti yaralı tutkular
 Bir deprem çağının birdenbiresinde
 Önce görevler silahlandı önümüzde
 Sonra kurallar ve kapkara baskılar
 Kesildi sanki sözlerin soluğu
 Türküler yetişmez oldu ahlara
 İşte içlenmenin o en içli anında
 Yalnızca sen kaldın kollarımda
 Yalnızca sen
 Dağlı çiçeklere döndü gözlerin
 Hep mutluluk açtı kırlarımda
 Su ve ateş çağındaydı soluğumuz
 En umutsuz geceyarılarında
 En ıssız yollarda bırakıldık hep
 Yıkılmadık
 Günün bir yüzünde avuçlarken güneşi
 Bir yüzünde yeniden düştük toprağa
 Korkmadık
 Yüreğimizle parçaladık en sert kayaları
 Filizlenip uzandık dostluğun gökyüzüne
 En bereketli yağmurları
 Hep kendi soluğumuzla yarattık
 Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
 Aşk ile sevmek bir güzelliği
 Ve dövüşebilmek o güzellik uğruna
 İşte yüzünde badem çiçekleri
 Saçlarında gülen toprak ve ilkbahar
 Sen misin seni sevdiğim o kavga
 Sen o kavganın güzelliği misin yoksa
 Bir inancın yüceliğinde buldum seni
 Bir kavganın güzelliğinde sevdim
 Bin kez budadılar körpe dallarımızı
 Bin kez kırdılar
 Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
 Bin kez korkuya boğdular zamanı
 Bin kez ölümlediler
 Yine doğumdayız işte yine sevinçteyiz
 Bitmedi daha sürüyor o kavga
 Ve sürecek
 Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
-2-
Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
Suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
Ellerimiz taşın ve toprağın elleri
 Yağmura susamış sabahlarla çoğalırdık
 Törenlerle dikilirdik burçlarınıza
 Türküler söylerdik hep aynı telden
 Aynı sesten aynı yürekten
 Dağlara biz verirdik morluğunu
 Henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz
 Tarihin her anı tanıktır bize
 İlk kez bu topraktan dinlemiştik
 Toprak bölünüp parçalandığı zaman
 Çitlerle çevrilip sınırlandığı zaman
 Acının ilk yangını
 O zaman tutuşmuştu içimizde
 Sevginin ilk yaprağı o zaman solmuş
 O zaman kurumuştu ellerimizde
 Hangi zulümlerin bıçağıydı yaşanan
 Hangi isyanların elmas şafağı
 Yine yaralı bir kuştu kimliğimiz
 Bakardı bulutların taa üstünden
 Yerin taa derinliklerine
 Toprak bile usanırken kanla sulanmaktan
 Yine de basıla basıla canlara
 Bir sürü bayraklar dikilirdi burçlara
 İlk sancısıydı sanki toprağın
 Yanarak geçmişti bütün mevsimler
 Şatolar yükselmişti etlerimizden
 Kemiklerimizden kaleler
 Kimler basmamıştı o dağ yüreğe
 Basıp da yükselmemişti kimler
 Nice krallar nice prensler
 Nice sultanlar nice beyler
 Surlar saraylar katedraller
 Çan kuleleri ve minareler
 Ve daha niceler daha niceler
 Siz ki anlardınız o aşkın dilinden
 Uzak da olsa bir umut adına
 Ölümüne çileler çekerdiniz yıllar boyu
 Şiirlerde türkülerde tanımıştım
 Soluğunuzda yaban menekşelerinin kokusu
 Gözlerinizde yıldızlar
 Ve serin pınarları sonsuz uğultusu
 Dağlar sizi yaşardı her haksızlıkta
 Ormanlar sımsıcak dostluğunuzu
 Ne zaman başlasa bir zulüm tufanı
 Bir çığlık düşse sulara
 Sığmazdınız kabınıza taşardınız
 Irmaklar adınızı çizerdi toprağa
 Değil mi ki hep o aşkların uğruna
 Özlemi duyulunca özgürlüklerin
 Öfkesini gökyüzüne çalan
 Bir şimşek gibi dalardınız yaşama
 Şimdi nedir sanki yaşadığımız
 Hangi tutsaklığın gecesidir
 Hangi bağımsızlığın yarım sabahı
 Ne tanrılar değişmiş ne tarih
 Putlar kırılmış ve rüzgar esiyor belki
 Dağlar aşınıyor kendi keyfince
 Bir türlü kurumuyor o kan pınarı
 Beylerden krallara kalıyor
 Krallardan saraysız yeni beylere
 Dev bacalar yükseliyor üstümüzden
 Kemiklerimizden gökdelenler
 Kimler basmıyor bu dağ yüreğe
 Basıp da devleşmiyor kimler
 Nice şirketler nice bankerler
 Nice petrolcüler nice armatörler
 Kasalar bankalar holdingler
 Silah fabrikatörleri ve işbirlikçiler
 Ve daha niceler daha niceler
Boşuna değil bu telaşlı sessizlik
 Bu gök çatlaması gece vakti
 Ve haykırışlarımız
 Biliyorum yine sizlerden uzak
 Yine yaralı bir kuştur kimliğimiz
 Bakarız bulutların taa üstünden
 Yerin taa derinliklerine
 Ve gerilip sonsuzluğun zincirsiz aşkına
 Güneş doğru her yükselişimizde
 Kana bulanır kınalı göğsümüz
 Güller açılır kan bahçelerimizde
 Bu diken tarlalarının ötesi
 Biliyoruz ki baharda bir nar bahçesi
 Bitmedi daha sürüyor o kavga
 Ve sürecek
 Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
-3-
 Ölmeden önce güneşteydi gözleri
 İşte bu yüzden
 Ölürken ışıl ışıldı son sözleri
 Yıllar okyanusta yorgun bir gemi
 Ve yaşam
 Karada ağlayan bir sevgiliydi
 Aşkı sordular her yolcuya
 Dostluğu ve içtenliği sordular
 En büyük engeller önünde bile
 Dağlara karşı hep yürekle konuştular
 Ağrı oldular
 Kafkas oldular
 Araya giren her yüce dağın ardından
 Ayrılıklara karşı inançla durdular
 Kapkara bir çığlıktı her umut
 Ağlamakla gülmek arasında yaşanan
 Çiğnenip yutulan mektuplar kimeydi
 Demir kapılara yazılan şiirler
 Ve tel örgülere çizilen resimler kime
 Yaşamak denilen bu yüce şiir
 Bir yaz yağmuru değildir insanda
 Öyle etkisiz
 Öyle selamsız geçer mi sanıldı
 Mutluluk denilen o büyük özlem
 Bir bülbül şarkısı değildir şafakta
 Öyle sessiz
 Öyle soluksuz biter mi sanıldı
 Varsın yeşermemiş olsundu bahçeler
 Karlar erimemiş olsundu dağlarda
 Hatta çığ basmış yollar ağzında
 Henüz kuşatmış olsundu yürekleri
 Tutuşurdu yine bir dal parçası
 Kıvılcımlanırdı içten içe
 Oyulurdu derin derin
 Yanardı bir kuşun ecelsiz ölmesine
 Yaşanan günde aranmaz her şey
 Öyle ezbere değil bu devinme
 Gün olur vurulur şarkılar
 Gün olur sevinçle dolar ezgiler
 Çevrilir geçmişin tozlu yaprakları
 Yığılır yıllar yıl üstüne
 Devrilir yeniler eski üstüne
 Hep aynı yol aynı uçurum serüveni
 Her doğum yeni bir ölüm üstüne
 Ne gönlümüzün coşkularınadır sözümüz
 Ne ölmüş bir aşkın solgunluğuna
 Ey gözleri güneş soluğu
 Yüreği dağ doruğu doğa
 Bu seslenişimiz yalnızca sana
 Yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
 Söylenecek sözümüz bitmedi daha
 Bulvar gürültüsü değildi yaşanan
 Vitrin kalabalığı değildi
 Ölümlü dağlardı bir yanları
 Çiçekleri yas içinde ağlaşan
 Bir yanları boğulan ırmaklardı
 Ki suları kan içinde çağlaşan
 Hangi saz çalabilirdi o sessizliği
 Hangi dil varabilirdi söylemeye
 Sazları türkü suçlusuydu onların
 Sözleri sabır ve çile bağrışan
İmdat ufuklarında bir ışık mıydı
 Pembe çocuk gülüşlü bir el
 Kara kartal bakışlı bir göz müydü
 O yüzler yabancı değildi kimseye
 Hani güle uzanmışsa o eller
 Sarı bir diken sırıtmıştı sessizce
 Hangi sevgiye dalmışsa o gözler
 Yaralı bir şiir okunmuştu içinde
 Sevdalıydılar suyun ve toprağın aşkına
 Tepeden tırnağa inaçlıydılar
 Düğüm düğüm bağlanan öfkeleri
 Yüreği sarsan türküler gibi
 Gönüllerde şahlanacaktı bir gün
 Ve ilmik ilmik atılan sevinçleri
 Toplayıp sonsuz maviliklerden
 Özgürlüğü ağzından öpeceklerdi bir gün
 Günler boyu çiçekler kırıldı belki
 susmadı tomurcuklar
 Haberler salındı dört bir yana
 Kimlerdi yanıtsız ölümlerde kalan
 Ne sevgi susuzu korkusuzluğadır sözümüz
 Ne bilinç yoksulu kahramanlığa
 Ey her soruda bin şimşek çakışlı
 Her yüzde bin kelebek kalkışlı doğa
 Bu seslenişimiz yalnızca sana
 Yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
 Söylenecek sözümüz bitmedi daha
 Kıraç topraklara sulak mı denildi
 Ateş böcekleri yıldız mı bilindi
 Yüründü nakış nakış umutlar diye
 Sonsuz ve güzel ufuklar diye
 İhbarlar ve ihanetler içinde
 Yüründü korkusuz ve yarınsız
 Yağmur kalabalığı kurşun üstüne
 Hayır
 Hiçbir zamanı göstermiyordu saatler
 Yavruydu
 Coşkuluydu
 Gökyüzüne karşı uçurumlar tutkunuydu
 Kirli bir kentin alnında ilk kurban
 Okullardan kırlara bir ezgi
 Kırlardan dağlara bir destan
 Ve o günkü durum
 Her şey ölüm kadar acı
 Hangi özgürlüğün açlığıydı bu
 Hangi tarihin yarım kalmış inancı
 Bütün sesler ihanet tonunda sanki
 Bütün gözler ihbar kuşkusunda
 Aranıyor ışık – aranıyor su
 Yoksul bir kör dövüşü müydü bu
 Ceylansız bir av partisi mi yoksa
 Işık gün ortasında
 Su nehir yatağında
 Ey kül kokan zamanın irin yarası
 Kuduzluğun bütün salyaları boşuna
 Her solukta bir aşkın doru rüzgarı
 Ve her gelincikte bir rengin
 Çoğul anlamı koşuyor içimizde
 Bir filizlik fidan değil
 Bir umutsuz güman değil
 Bir doğuştur bu şafak diliyle
 Bir ırmak olup sonsuz yürüme
 Bir çığ olup yürüdükçe büyüme
 Serüven değil – çıkar değil
 Baharın sancısıyla düşmüş yüreğe
 Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
 Ne tan atışı doğumların sevincine
 Ey bir elinde mezarcılar yaratan
 Bir elinde ebeler koşturan doğa
 Bu seslenişimiz yalnızca sana
 Yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
 Bitmedi daha sürüyor o kavga
 Ve sürecek
 Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
-4-
Ol sevda ki bizde bir murattır
Yılgınlığa karşı direnci söyler
Hep aşkla temizler yüreğimizi
Dudaklarımızda kirlenmez türküler
 Bir inancın yüceliğinde buldum seni
 Bir kavganın güzelliğinde sevdim
 Yürek yüreğe sevmelerin
 Göz göze gelmelerin yasaklığında
 Bazen bir pınar
 Bazen bir çağlayan
 Dudaklarından döküldü kuraklığıma
 Yeşerdi toprağım
 Hergün yeniden yeniden çoğaldım
 Susamıştım
 Açtım
 Sancılıydım binlerce kez
 Sığmaz olmuştum deli poyrazlara
 Sesimi saçlarına bağlamıştım
 Ve aşksız geçen her günün adına
 Aylarca dizelerinde ağlamıştım
 Çıplak bir dağbaşıydı geride kalan
 Ateşsiz bir dumandı
 Susmuştu çoşkunun sarhoş bayrakları
 Yepyeni bir yaşım başlatan ölümler
 Artık yanlışa karışmış bir yalandı
 Öyle diyordu bildirilerdeki mavi çığlıklar
 Bir yanımız büyük bir ülkeydi kimsesiz
 Bir yanımız yine bize düşmandı
 Oysa yalnızdık dünyanın orta yerinde
 Yitip giden pembe çocukluğumuz
 Yine zamansız büyümüş bir kandı
 Hayır
 Ege’de tütün değildi hiç kimse
 Çukurova’da pamuk
 Konya’da buğday değildi ağlayan
 Ucu kırık bir kalemdi yalnızca
 Bir de yakılan kitap
 Ve bıçaklanan defterdi bağıran
 Ya yıllarca bize küsen sevgimiz
 Yalnızca karanfillerin
 Ve gelinciklerin renginde mi vardı
 Suçu neydi badem çiçeklerinin
 Mekeşelerin leylakların suçu neydi
 Kimdi yaşamın akışına cetvel tutan
 Sus artık
 Yine yanıtsız kalıyor sorular
 Dur sözcüklerin en şiir bakışlısında
 Bırak çoğalmalar konuşsun yerine
 Ağlarken bile boş bakma bir daha
 Mutlaka bir anlam dolmalı gözlerine
 Bir gecedir aynı açlık aynı ezgiler
 Ve kar akşamları yalnızlığın
 Yeter olsun bunca sancı
 Bütün coşkular bizim olsun istiyorum
 Bütün aşklar bizim
 Yetsin artık mezarlık kokusu havanın
 Masmavi ağıtlar bıraktık geriye
 Ve salkım saçak boşluğunu alanların
 Baharda hüzün takılmaz saçlara
 Mutluluğa gem vurulmaz bilirim
 Getir bana şimdi kendi sesimi
 Yürüyüşlerle kabarıp coşan
 Yığınlarla sonsuzlaşan sesimi
 Dedim ya
 Çok önceden paylaşılmış ekmeğimiz
 Şimdi uzay çağlı bir şölende
 Bir dilim açlık grevidir yediğimiz
 Başka yok
 Oysa toprak yorulur biz yorulursak
 Susarsak bütün dünya susar
 İşte bu yüzdendir hep çektiğimiz
 Ve ölürken bile
 Bir ışıklı selamdır güneşe
 Celladımızdan son istediğimiz
 Sen ki bilirsin kır çiçeklerini
 Hangi rüzgar dağıtırsa dağıtsın
 Düştükleri yerde yeniden çoğalırlar
 Taşlara taşça sorarlar baharı
 Toprağa toprakça sorarlar
 Koysan sığmazlar saksılara
 Dağların öfkesiyle uyanır
 Yağmurun sevinciyle dağılırlar
 Ve bir gün
 Güneşin suları öptüğü zaman
 Özgürlük renginde sevgiye açılırlar
Toprağın ilk sancısından beri
Kaç ihanet gördü kır çiçekleri
Kaç güzelliği kurban verdi çığlara
Ne yıllar tükendi ne baharlar
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
-5-
Ey aç memelerin dirençli çocukları
İşte sütü bol bir şafak
Girdi yine koynumuza çırılçıplak
İşte tarih
İşte şiddetin iğrenç yüzü
Biz başlatmamışız hiçbir savaşı
Bizimle başlatılmış bütünsavaşlar
Bizimle bitirilmiş yine
Kölelik çoğaltan zaferler adına
Vurulup düşmüşüz dünyanın her yerinde
Gidenimiz bir daha dönmemiş geri
Yemen olmuşuz
Balkan olmuşuz
Seferberlik olmuşuz
Ve her büyük savaşın sonunda
Ölümlere karşı türkülerle durmuşuz
Hangi inancın sesidir bu
Hangi körlüğün koyun kurbanlığı
Ki uğrunda can verdiğimiz topraklarda
Canı alınan kurbanlara dönmüşüz
Doğan günü kardeş bilirdik oysa
Akan suyu yoldaş bilirdik
Mutluluğa koştururduk atlarımızı
Sınırsız özlemler içinde ve suskun
Yine yollarda sessiz kalırdık
Bizi bizsiz delen Ferhad’ı alkışlar
Bizi bizsiz seven Kerem’i tanırdık
Kül olurduk aynı yangınlarda
Yine bir başımıza kimsesiz ağlardık
Öylesine yaşardık ki günleri yüzyıl gibi
Cehennem bile imdat dilerdi bizden
Cehennemi cennete yine biz bağlardık
Ne yaptıysak yetmedi sesimize
Ne söylediysek yetmedi
Karlarla silelendi nice dağlar
Kalburlarla elendi
Ey bağrımıza bastığımız deli sevda
İşte yine doğayı doldurup yüreğimize
Yağmuru çağırıyoruz yanan ellerimize
Bir ilkbahar gecesinin ortasında
Şimşeklerle gelen o kıştan sonra
Her şey yeniden başlıyordu yine
Sanki kimliğimiz
Yaralı bir kuş değilmiş gibi
Ve bakmıyormuşuz gibi
Bulutların taa üstünden
Yerin taa derinliklerine
Yeniden yükseliyordu aynı sesler
Süngerler çekilmiş gibi üstümüze
Nice yıllar geçmişti aradan
Her anı bir başka deprem
Bir başka kırım içinde
Dört bir yana haberler salınarak
Öldü denildiği halde inanılmayarak
Ve gittikçe silahlaşan türkülerde
Dağlara güneş doğdurulmayarak
Nice yıllar
Her anı kutsal bir çığlık içinde
Barış dedik bunca yıl
Kardeşlik dedik – sevgi dedik
Yepyeni umutlar doğurduk umut tacirlerinden
Düştük peşlerine korkusuz
Aç-susuz
Ve dikenli yollarda yalınayak
Gelecekleri kapkara
Dilleri yumuşak
Yalanları güzel ve ak
Girdiler dünyamıza alkışlanarak
Onlar da barış dediler bizim gibi
Kardeşlik dediler – sevgi dediler
Hatta kurşun yağmuru akşamlara karşı
Yalnızca gül ve güvercin dediler
Sonra sığındıkları gizli beyler
Defne dallarıyla tutuşturup ateşleri
Güvercinleri pişirmeden yediler
Toprağı çıldırtan güller söylemişti
Onurla şahlanan kitaplar
Ve kararmayan yürekler söylemişti
Gözyaşına karışırken ter
Biliyorduk ki güle hançer
Barışa hançer
Saplayan eller
Kırılmak zorunda birer birer
Hangi ışıktı o karanlık gecede
Hangi sevgi – hangi gül
Hangi barıştı onca ölümler içinde
Sevgiyse çocuk yüzlü diyorduk
Barışsa sabah sözlü
Patlayıp fışkıran
Leylak yüreği bir şafakla parlayan
Ne açlık – ne zulüm – ne de kan
Ancak biz kazandığımız zaman
Bir akşamüstü çekildik nöbete
Kurtardık yakamızı yalanlardan
Ve daldık kendi çocuk saflığımıza
Koltuğa alınmış bir kelleydi yaşama
Gençtik – korkusuzduk
Ama aşksız
Ama şiirsiz
Ama kitapsızdık
Önce şairleri kovduk aramızdan
Sonra bilim adamlarını kovduk
Sonra eğitimcileri
Ve daha niceleri daha niceleri
Velhasıl hiçbir güzelliği
Bir türlü katamadık güzelliğimize
Bir at gözlüğü müydü bu
Bir bakar körlük müydü yoksa
Ki yaşamın tümünü kucaklamadan
Varmak istedik o sonsuz yaşama
Bir akşamüstü çekildik nöbete
Bütün kitaplardan bir tek söz
Bütün çiçeklerden bir tek renkle
Selamlar yolladık iş cehennemlerine
İşsizlik cehennemlerine selamlar
Gözlerimizi karşılayan güneş
Daha sermeden yüreğini dağlara
Sabahlardan haber verdik kırlara
Konduların savrulan kimsesizliğinde
Ve yanan gölgesinde fabrikaların
Bir tek söz
Bir tek renk
Ve ardında koskoca bir gelecek
Bitmedi biliyorum ve bitmeyecek
Varmak için o görkemli sonsuzluğa
Yetmedi yalnızca adını söylemek
Yürümek gerekiyordu üstüne üstüne
Yürümek
Bütün sesler silahlıydı sanki şiire
Ölüm törenlerinin
Ve anma günlerinin ötesinde
Camlarda parçalanan
Birer yağmur tanesiydi yüzler
Denizler adına çöller miydi çağırılan
Yığınlar adına yalnızlıklar mı
Ki parçalandıkça parça parça dağılan
Ve düşülen her tuzakta
Birbirinden ayrı seslerle bağırılan
Ay susmuştu sesimin şafaklarında
Ve geceler çatlamıştı hırsından
Bir mayıs sabahı karanfillerde
Onbeş Haziranda bütün dillerde
Kavel’de Tariş’te yürek ellerde
Yok muydu yarını bir gören usta
Bir gören usta
Bir akşamüstü çekildik nöbete
Uğrunda can verdiğimiz canlar
Bir türlü anlayamadılar
Celali kimdi – sekban kim
Kurtara kimdi – kurtulan kim
Oysa bir ekmek
Bir namus vardı uğrunda ölünen
Bir de umut diye Kur’an-ı Kerim
Yalvardılar uykusuz geceler boyu
Sattılar gördüklerini satılmışlara
Dinleyen kimdi onları –anlayan kim
Bir şeyler vardı hep yarım kalan
Ve düşlerle bir türlü bağdaşmayan
Terini toprağa katan ustalar
Dünyayı ayakta tutan ustalar
Canını pazarda satan ustalar
Yok muydu yarını bir gören ustalar
Bir gören usta
Kavrulan ter adına yazılan şiir
Çırpınan kanatlarda kalamaz artık
Taşlaşan şafaklarda çoğalamaz
Ve yaşamın zaferinde yankılanan o ses
Sahte çığlıklarla boğulamaz artık
Aşılmamış coşkularla dağılamaz
Sen ki uzaktan tanırdın o sesi
Paris alanlarında
Şikago fabrikalarında
Kendini o sesin sıcaklığından sorardın
adını yüreğinle yazardın karanlıklara
Bütün ışıkları ellerinle yakardın
Nerede o sınırlar aşıp yücelen ses
Yapraklardan süzülüp çoğalan ses
Ey bir sesin yankısında kalanlar
Grevi kavgasız teslim alanlar
Tokluğu çoğaltıp açlık bulanlar
Yok muydu yarını bir gören usta
Bir gören usta
Biz yaratmadık böyle çoğul düşünmeyi
Böyle üç zamanı birden yaşayıp
Bugünden geleceği görmeyi
Biz yaratmadık
Biz yaratmadık bunca zamansız yanlışı
Döktük şaraplarımızı acıydı diye
Değiştirmek istedik yalnızca
Mutlulukların çoğalmasından yana
Mor köpüklü yelesinde rüzgarların
Şafaklarda kucaklaştık her sabah
Doğayı zorlayarak düştük yollara
“Tevekkeltü tealallah” değildi sözümüz
Aşkımız vardı baharlara tutkulu
Dilimiz rüzgarın denizlerin diliydi
Soluğumuz dağların ormanların soluğu
Ve yüzümüzde güneş vardı her zaman
Hani hiçbir zaman
Hiçbir balçıkla sıvanamayan
Bir düdük çalınacak denilmişti
Bir düdük
Üfürüğü New York’ta Washington’da
Sesi kulaklarımızda bir düdük
Nice güller solacak denilmişti
Nice güller
Kökleri her yerinde dünyanın
Yaprakları bağrımızda nice güller
Ve doğacak olan gün
Daha doğmadan kararacak denilmişti
Hepsi gerçekleşti bir yıldırımla
Bir şey kaldı unutulan
Solan güllerin kökleri yine toprakta
Yine dimdik ve tomurcuğa durmakta
Belki yorgun
Belki yenik
Belki yaralı
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
-6-
Yıldızlar metal metal düşmüş yere
Her yerde sessizlik kaynaşıyor
Kafalar susmuş omuzlar konuşuyor
Son ışıklar da söndü gecenizde
 Artık çıkabilirsiniz
 Umutlarda sallanan düşler
 Ve bütün özlemler dağıldı
 Yeniden kendinizi avutabilirsiniz
 O korkunç avuçlarınızda
 Yemyeşil ormanlar yanıyor şimdi
 Pürköpük nehirler kuruyor
 Aman sevdiğim aman
 Türkülere durmak zamanıdır şu an
 Siz ki bildiniz sevmesini
 Gelecek uğrunda ölürcesine
 Kızgın bir demiri dövercesine
 Ve tarihin en güzel yaprağını
 Güneşin parmağıyla çevirircesine
 Siz ki bilirdiniz
 Şimdi bir yarasa şenliğinde
 Kanla besleniyor sessizliğiniz
 Bir kez kırıldı rüzgarın kanatları
 Her ölüm bir düş kırıklığı şimdi
 Bir güvensizlik belgesi gözlerinizde
 Ve ihanetler
 Savaşszı çekilen teslim bayrakları
 Verilen adresler
 Listeler dolusu arkadaş adları
 Ve uğrunuzda yıllar boyu ölenler
 Ölürken bile durmadan yürüyenler
 Az önce yine ölmeye gittiler
 Hala sessizliğinizde kanıyor sesleri
 Bir daha dönüp de bakmayın geriye
 Adını bile sormayın hiç kimsenin
 Acı ve ihanet kokuyor her yeriniz
 Çekilin şimdi uykularınıza – çekilin
 Bir başka mevsimde bekleyin sabahı
 Belki yeniden dirilebilirsiniz
 Siz değil misiniz önce öldüren
 Sonra tapan bizlere
 Ve yolumuzda bayraksız yürüyen
 İşte taşladığınız Pir Sultan
 Derisini yüzdüğünüz Mansur
 Başını kestiğiniz Hazerifen
 Ve siz
 Biliyoruz ki bir gün
 Bizi de öylesine seveceksiniz
 İşte gecemizde yanan ışıklar
 İşte yarın diyeceksiniz
 Yüzünüze dökülen ışıkları
 Tül dudaklarından bizimle öpeceksiniz
 Kan kalır belki yerde
 Alınteri kalmaz ama
 Bir gün mutlaka göreceksiniz
 Sizi gidi ozan soylu yiğit coşkular
 Pınarları gürül gürül
 Bahçeleri şen baharlı tutkular
 İşte yürüdükçe yeşil yeşil çoğalan
 Ve güneşi göğsünde oynatan kırlar
 Aşka mühür vurulur mu hiç
 Kavgaların en korlusunda bile
 Pencereden dışarıya bağıran bir menekşe
 Alıp götürüyorsa hala
 Yüreğimiz o sonsuzluk ülkesine
 Bir cam engelinde durulur mu hiç
 Nasıl vurulursa vurulsun mühürler
 Bir selamımız var bugünün yarınına
 Bir selamımız
 Belki yenik – belki ihanet yorgunu
 Ama soluklu
 Belki adım adım – belki dura dura
 Ama umutlu
 Başka nasıl çıkılır
 Nasıl tarihin karşısına
 Ey gözlerinin şiir okyanusuna
 Masmavi düşlerle dalıp gittiğim
 Şiirlerde türkülerde tanıyıp
 Soluğunu sesimde rüzgar ettiğim
 Şimdi gün bitti
 Yerler mühürlendi diyorlar
 düştü yine bir yaprak
 Bir ağıt daha yeşerdi dallarda
 Tomurcuklar sustu
 Bahar mühürlendi diyorlar
 Aman sevdiğim aman
 Kapıların kapanma sesidir şu an
 Dışarda kral taçlı tanrılar
 Her gülüş bir isyan biliyorlar
 Sevinmeyelim demiyorum sana
 Yalnızca şu kervankıranlara
 Sevincimizi zamansız duyurma
 Güzellikler korkutur karanlıkları
 Sabahımız yasa bürünür sonra
 Gün bitti
 Yerler mühürlendi diyorlar
 Tam ortasındayız okyanusun
 Mavilklerin bıçaklanmış yüreğinde
 Ve maviliklerden uzak
 Işık bitti
 Renkler mühürlendi diyorlar
 Dört yanımız ölüm tuzağı ve yangın
 Kan içinde sevgilerdir taşıdığımız
 Kurşun dökülmüş yükümüze
 Sevgiler mühürlenmiş diyorlar
 Saçlarını savurma demiyorum
 Yeterki suların sonsuzluğuna
 Yürekli bir tanık olsun o rüzgar
 Sil gözlerini ay tutulmasın
 Can pahasına yükselen sesler
 Ve gülen yürekler susturulmasın
 Bir ihanet vaktindeyiz seninle
 Bir öfke günündeyiz
 Oysa yüzün yine koca bir güneştir
 Ve karanlığa inat gözlerin
 Şafak tadında ışıklarla titreşir
 Kırılan dal
 Çürüyen tohum
 Her şey yeniden yeşerir ellerinde
 Çöller yeniden bahçeleşir
 Bir kuş bile yokken ağaçlarda
 Bütün ağaçlar kuş diliyle söyleşir
 Varsın şarkılar sustu bilinsin
 Hatta demiri çürüten bilekler
 Zora direnen yürekler
 Gün ve güneş mühürlendi denilsin
 Yeter ki bu yılgınlık çıkmazında
 Şiirsiz ve sensiz
 Bir saniye bile düşünülmesin
 Her şey bitti
 Yaşamak mühürlendi diyorlar
 Ve bunalımın alkol pençelerinde
 Yılgınlık bir yaşam oldu diyorlar
 Aman sevdiğim aman
 Yaşamı savunma cephesindeyiz şu an
Gün bitse bile gökyüzünde
Günler daha mühürlenmedi
Çünkü dilde söz
Çiçekte renk
Ve zamanda gelecek bitmedi
-7-
Düşlerin sonsuza koştuğu yerde
Sabrın çiçeklerini açtığı yerde
Asla kapanmaz yaşanan defter
Çünkü tarihin en güzel yerinde
Son sözü hep direnenler söyler
Kendini bir suyun akışında
Ve suları kendi bakışlarında
Görebilenler söylesin
Ne seferberlik var günün yüzünde
Ne Yemen savaşları
Oysa kızların gözleri yine yollarda
Yine korkunç ve yaşlı
Göklere sığmayan sevgiler
Yine hücre – zincir bir özlem
Ve turnalar
Yine utanarak geçiyor üstümüzden
 Neye baksam tuzaklarda sanki
 Neye uzansam uzaklarda
 Uykuları kurşunlanan kondular
 Tekmesiz açılmayan kapılar
 Ve alınıp götürülen umutlar
 Turnalar ey turnalar
 Yemen’e gerek yok şimdi
 Gideni döndürmüyor zindanlar
 Analar yine yırtıyor yazmalarını
 Kara haberler koşuyor her yerde
 Telgraf tellerinde
 Haber bültenlerinde
 İlk çağların bir uzay çağdaşlığı
 Okunuyor yine kan efsanelerinde
 Ne dağ başlarında kız bulutlar
 Saçlarını çözüyor eskisi gibi
 Ne dostlar kolumuzda geziyor
 Aynı kentlerde ayrılıklar
 İntiharlar ve esir kampları
 Yürüdükçe ölümler takılıyor ayaklarımıza
 Genç ölümler
 Zamansız ölümler
 Direnen ve ölümsüzleşen ölümler
 Türküler ey türküler
 Seferberliğe gerek yok şimdi
 Seferberlikten beter olmuş yürekler
 Ey göğsünden bıçaklanan mutluluk
 Sen ki anlardın
 Yavru bir kuşun ölmesine bile
 Yuvasız dallar gibi yanardın
 İlkyazın gecikmiş sesinde
 Bir tomurcuk ölüsü görsen yerde
 Acısını bademlerden sorardın
 Gelinlikler şimdi kelepçeli
 Düğünler – doğumlar zindanlarda
 Bu türküleri hangi sazla çalayım
 Hangi sözle söyleyeyim sana
 Ölüm kara bir yazgı değil artık
 Bembeyaz bir şiirdir koynumuzda
 İmgelerin güzelliğinde kan
 Bu kanı nasıl okuyayım sana
 Nice gurbetler yaşanıyor içimizde
 Nice ayrılıklar
 Nice yarım yolculuklar
 Turnalar ey turnalar – turnalar
 Aşkla çamurlar sürülüyor her gün
 Zaman duvarlar örülüyor
 Saksılar yine sulanıyor oysa
 Sevgiler yine yeşeriyor
 Her şey bir yanılma gibi karanlıkta
 Yer üstünde kaçanlar
 Yer altında savaşanlar yürüyor
 Baharın çağrısı yetmiyor artık
 Enginlerin sancısı yetmiyor
 Kentlerin kucağında her akşam
 Bir ihanet seli sanki bulvarlar
 Akıp duruyor meyhanelere
 Ve durmadan umutsuzluk
 Durmadan korku dökülüyor kadehlere
 Ne sınırlar ötesi bir özlem
 Ne devleşen bir öfkenin sesi
 Tek umut diye sunulan yüreklere
 Gazetelerde boy boy orospu resimleri
 Bir de sportotolar
 Ve adımbaşı piyango biletleri
 Ey yürüdükçe çürüyen sokaklar
 Gürültüler içinde sessiz
 Ve kimsesiz
 Korkunun yokuşunu tırmanan sokaklar
 Hiç konuşmayın isterseniz
 Gizleyin utancınızı
 Gizleyin çoğalan fahişeliklerden
 Yıkılan onur kalelerinden
 Çamur çamur akan
 Ve aktıkça kokan bu ihanet selinden
 Gizleyin utancınızı gizleyin
 Bütün kuyruklarda küfreden
 Kuyruklar bitince sesi kesilenlerden
 Ekmekleri alınsa bile ellerinden
 Her gün açlığa şükredenlerden
 Gizleyin utancınızı gizleyin
 Bu susturulmuş özgürlük seslerinden
 İşte kaldırımlar boyu yeni tanrılar
 Sarayları etten – tapınakları kemikten
 Karnlıkta birden bire
 Arkadan saplanması gibi kurşunun
 Bir bankanın buzul bakışı
 Alnımızda terimiz dondu donacak
 Ve öfkemize çıldıran karanlık
 Daha dolunay damlamadan üstümüze
 Kudurdu kuduracak
 Şu anda ne sevişen çiftler
 Ne yakalara takılan gelincikler
 Artık ilgilendirmiyor kimseyi
 Az sonra belki bir adam asılacak
 Ve zaman
 Gergin bir ipte durdu duracak
 Ssonra her şey yeniden
 Yeniden başlayacak
 Ey sessizliği biriktiren sokaklar
 İyi ki yürüyoruz birlikte
 Demek ki hiçbir şey durmayacak
 İşte vurulmuş üniversite cesetleri
 Fareler dolaşıyor gözbebeklerinde
 Dişetlerinde böcekler
 Sanat öfkeli – düşün açlık
 Gençlik yaralı – bilim yokluk
 Bir yanı stadyumlar dolusu
 Diskotekler dolusu bir boşluk
 Bir yanı çöl sakallı
 Tekke bakışlı bir sarhoşluk
 İşte vurulmuş üniversite cesetleri
 Ve aydınlar
 Ki el fenerleri tarihin
 Kimi çekilmiş köşesine tükenmiş
 Teslim bayrağını çoktan çekmiş
 Kimi gecikmiş bir yargıda
 Zulüm yasasının yargısı karşısında
 Gülden bir demet inanç kesilmiş
 Ey yürüdükçe çürüyen sokaklar
 Nedir bu boşluk rüzgarları
 Bu boran – bu sis – bu soğuk
 Kış öncesi bir ölüm telaşı sanki
 Geleceğin dudaklarına kar mı yağacak
 İşte bir şair
 Dansözlerden söz ediyor yine
 Bir yazarsa kadın kadına aşklardan
 Ey demir kapılara yazılan şiirler
 Eşcinseller ve serseriler
 Edebiyat tarihini sardı saracak
 Şu anda gözleri bağlı bir karanlıkta
 Belki susulacak
 Hiç konuşulmadan yaşam savunulacak
 Belki de bir zaman usta bilinenler
 Çıraklardan önce adlar sayacak
 Kurumuş otlar arasında güller gibi
 Evlerde umutlar yandı yanacak
 Kalabalık cehennemi bu yalnızlıkta
 Yalnızca direnmeler suluyor çiçekleri
 Yalnızca gerilemeyen adımlar besliyor
 Ey yüreğe yaslanan güzellik
 Sen ki anlarsın
 Pınarların en susuzunda bile
 Bir damlada denizlere dalarsın
 İşte ihanet tutanakları işte biz
 Kaç kez küllediler bu toprakları
 Kaç kez kurakladılar
 Yine denizlerdeyiz işte
 Yine okyanuslardayız
 İnançlarda şahlanan deli bir rüzgar
 Öpüyor gönlümüzün altın sahillerini
 Yılmayan gözler dikiliyor ufuklara
 Okuyorlar birer birer
 Dayanmanın bitimsiz şiirlerini
 Bir bir çekilirken teslim bayrakları
 Ve kaçmalarla uzarken
 Göçmelerle tozarken Avrupa yolları
 Durdu bir avuç yiğit
 Bir tutam kır çiçeği
 Ölüm dediğiniz de ne ki
 Gözümüzde hainler kadar küçük
 Ve zafere inacımız
 Ölümsüzleşen ölümler kadar büyük
 Onlar ki bir ayrıkotu tarlasında
 Bir tutam çiçektiler
 Binlerce ihanet çirkinliğinde
 Bir avuç dineci güzellediler
 Hiçbir şey bitmemişti daha
 Gülerek girdiler zulüm tufanına
 Ölerek girdiler
 Ve en dayanılmazında tufanların
 Adlarını bile söylemediler
 Yüreklerin karartılıp satıldığı
 Ve aşkların
 Buruşturulup atıldığı akşamlarda
 İnanç ki yenilmez kılar insanı
 O sudan ve demirden sevda
 Resimlerde renklere sorar yaşamı
 Günleri şiirlere böler ufuklarda
 İşte bizimle güzelleşen her şey
 Yine bir dostluk
 Bir de aşk sıcağında
 Bitmedi daha sürüyor o kavga
 Ve sürecek
 Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
-8-
Saraylar saltanatlar çöker
Kan susar bir gün
Zulüm biter
Menekşeler de açılır üstümüzde
Leylaklar da güler
Bugünlerden geriye
Bir yarına gidenler kalır
Bir de yarınlar adına direnenler
 Yine bir kırbaç öfkesidir yaşanan
 Bozbulanık çıldırma vakti gecenin
 Bütün gözlerden uzak
 İnancın sesidir kan uykularda
 Sabrın dili
 Ve güneşin sözüdür konuşulan
 Korkunun faydası olmaz ölüme
 İşte paramparça edilen sevgiler
 Ve içimizde yeşeren güzellikler
 Çırpınıp duruyor saklı sancılarda
 Kuşlar mı gömülüyor karanlıklarda
 Karanlıklar mı tükeniyor kanatlarda
 Ey ömrünü destan gibi yürüyenler
 Yaşayan kimdir gerçekte
 Ölen kim
 Yaşarken bile tükenenler mi
 Yılgın yılgın düşenler mi
 Yoksa çekilip tarihin burçlarına
 Bayrak bayrak ölümsüzleşenler mi
 Onlar ki bir yeraltı nehridirler
 Her gün bin beladan kurtulur
 Bin engelden geçerler
 Bazen durulur
 Yayılır
 Gerinirler
 Bazen coşar
 Kabarır
 Köpürürler
 Karalarda görünmeden kimselere
 Denizlerde güneşi gösteririler
 Okul yolunda bir öğrenci
 İş yerinde bir grevcidirler artık
 Okunan kitapta
 Yazılan defterdedirler
 Yükselen bilinçte
 Ve eriyen cevherdedirler
 Yer altında o nehirler – o nehirler
 Bozbulanık çıldırma vakti gecenin
 Günün alnında bir yara
 Bir yara daha
 Vuruyor kendini sesten sese
 Kulaktan kulağa
 Falakalara dayaklara
 Elektriklere coplara karşı
 Kollardan ve bacaklardan
 Durmadan askıya alınmalara
 Günlerce aç susuz
 Ve uykusuz bırakılmalara karşı
 Ne olur yarına doğru bir adım
 Bir adım daha
 Sanki demir leblebiler
 Yiyenin dişin dökerler
 Ölüme güler geçerler
 Yer altında o nehirler
 O nehirler
 Körkütük sarhoş vakti gecenin
 Çırılçıplak soyulmalara
 Kış günleri soğuk sulu duşlara
 Kum torbalarına
 Ve intihar numaralarına karşı
 Irza tecavüzlere
 Sahte idamlara
 İçirilen sidiklere
 Ve tuzlu sulara karşı
 Her yeri kan ve irin kokan
 O ilk çağlı mezbahalara karşı
 Ne olur yarına doğru bir adım
 Bir adım daha
 Cellat yazar konuşmadı
 Hain kızar yanaşmadı
 Dostlar güler ki şaşmadı
 Yer altında o nehirler
 O nehirler
 Körkütük sarhoş vakti gecenin
 Bütün çabalar sonuçsuz
 Çiçek açmış yaralar
 İnançlar sonsuz
 Şafağın yüzünde bir bayram
 Gürültülü bir zafer sevinci
 Her şey denenmiştir
 Ama hiçbir şey söylenmemiştir
 Gecenin kudurma vaktinde bile
 Yarına doğru bir adım
 Bir adım daha gidilmiştir
 Ne mutlu çocuklarına dünyanın
 Kentlerine – sokaklarına
 Bahçelerine – kırlarına
 Ağaçlarına – kuşlarına ne mutlu
 Ki bütün acılar ışıklarla süslenmiştir
 Ve acının böylesi
 Bizde hep mutluluk bilinmiştir
 Onlar ki her an yanıbaşımızda
 Ne kaçtılar ne göçtüler uzaklara
 Dalgalarla tüllenen kıyılarımızda
 Baharımızda yazımızda
 Biz oldular 
 Karıştılar kalabalığımıza
Şimdi sabahın her ala şafağında
Doludizgin koşan
Çağlayanlar gibiyiz o sulara
İşte ihanet kurbanları
İşte yüzümüzde güneş
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
-9-
 Yekpare mermer dediler adlarına
 Ki her yerleri çamurla sıvanmış
 Donmuş sanki üstlerinde sesler
 Türküler bir ıslıkta yarım kalmış
Tepeden tırnağa maviydi her şey
Kara – kapkara kirli bir mavi
Hele damatlıklar ve gelinlikler
Renklere zulüm bulaştığı bir anda
Yekpare mermer dediler onlara
Nasıl da severler oysa maviyi
Gökyüzü gibi sonsuz
Denizler gibi kusursuz olunca
Her şey bir başkalıktı sanki
Daha önce hiç yaşanmamış gibi
Ne bireysel yiğitlik gösterileri
Ne de yırtmak için kirli mavileri
Öyle kısır değildi dirençleri
Boğulmasın diye çöllerde nehirler
Ve bir adım daha atılmasın diye geri
Onlar ki
Kanlarıyla yıkadılar gelinlikleri
Yekpare mermer dediler adlarına
Bazen kıyılarda çığlık çığlığa
Bazen doruklarda sessiz
Karanlığın silinişiydiler oysa
Sessizliğin tükenişiydiler
Ve yaşamın anlam kazandığı her anda
Doğanın birden bire sevilişiydiler
Yepyeni heykeller yapılıyor şimdi
Hiç mermersiz ve elsiz
Kimi mendil olup açılmış düşlerde
Kimi umutsuzluk olup saçılmış
Elleri yok çünkü o mermerlerin
Gözleri yok bu heykellerde
Her şey öyle sevinçsiz ve sessiz
Yalnızca sözden midir şu çekiçler
Şu keskiler korkudan mı
Yalan bir sanat kanıyor yüzlerde
Renkler öyle kimsesiz ve çaresiz
Ey bugünden yarınları görenler
Yekpare mermer dediler adınıza
Yekpare mermer
Kavganın kuraklığında denizleşirken
Aşkın sularında sonsuzlaşırken dediler
Gecenin karnında gündüzleşirken
Ölüm oruçlarında şiirleşirken dediler
Ve kuraklığın yetmişbeşinci gününde
Bir filizde bahçeleşirken
Bahçeler dolusu çiçekleşirken dediler
Ne bir saray sütunundaydınız oysa
Ne de bir tanrı başındaydınız
Günleri doğuşunda
Suları akışındaydınız hep
Bir kitabın coşkuyla okunuşunda
Bir şiirin kıran kırana yazılışındaydınız
Ve açlıkta bir ekmeği paylaşmanın
Oğul balı mutluluğundaydınız
Enginleri savunan yoktu sanki
Nehirleri duyan yoktu başka
Taşlarla söyleştiniz her sabah
Yarılıp sulara yol verdi kayalar
Yapraklara sordunuz kendinizi
Ağaçlarla söyleştiniz
Dört mevsim çiçekle yüklendi dallar
Ve ıslak beton çıplaklığında
Karanfiller kokladınız topraktan
Her kokuda bir daha
Bir daha dirildi vurulanlar
Ama onlar
O sevdaları yollarda koyup kaçanlar
Bir türlü anlayamadılar
Acılarda yoktular çünkü yanınızda
Sevinçlerde yoktular
Kurşun sıcaklığını yaşarken yüreğiniz
Onlar buz tadında bir soğuktular
Bir o kadar da korkak
Sevgiden yoksun ve dalkavuktular
Yekpare mermer dediler adınıza
Ki koca bir tarihti sözleriniz
Der ki şimdi her okunuşunda
Dikileceğiz karşısına bu gecenin
Dağlarla – ormanlarla dikileceğiz
Ve asla çekilmeyeceğiz
Sularla birlikte aşıp çağları
Güneşle birlikte yükseleceğiz
Öyle yalansız – öyle içten
Bitinceye dek yürüyeceğiz
Ama hiçbir zaman bitmeyeceğiz
Belki parçalanmış bir geceyarısı
Belki de çeyrek kala nazlı bir sabaha
Ölümün koynunda biter açlığımız
Sakın ha bizi çok çok övmeyin
Övüp de yer altında üzmeyin
İşte bizden önce giden dostlar
Yine gülümseyen yüzlerle
Denetleyen gözlerle bakıyorlar
Bütün günler içilecek kıvamda şimdi
Bütün aşklar yaşanacak kıvamda
Ey ölüm oruçlarına dalıp gidenler
Zamanı rüzgara salıp gidenler
Yekpare mermer dediler adınıza
Çamurlarla kaplı yekpare mermer
Şu anda günün tanıklığında
Güneşin gürültüsü diyorum adınıza
O çamurlar ki kuruyup çatlayacak
Parça parça dökülüp üstünüzden
Korkular gibi karışacak toprağa
Ve mermerler ki kalacak
Yine denizlerle gökyüzünün arasında
Yine dimdik ve ayakta
Gülümseyen şafaklarla parlayacak
Ve gelincik yüzlü bir dünyada
Çocuklar doğacak aydınlığınızda
Adınıza türkülerle başlayacak
Şiirler doğacak kıvamda yine
Duygular yeniden yağacak kıvamda
Ve yürek
İmgelerin en ulaşılmaz doruğunda
Ey her şeye bitti diyenler
Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler
Ne kırlarda direnen çiçekler
Ne kentlerde devleşen öfkeler
Henüz elveda demediler
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek