ATEŞİN VE GÜNEŞİN ÇOCUKLARI – 9

Özlenen ateş sonunda yakılmıştı
Elden ele bütün dünyaya taşınmıştı
Kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç
Kavga dağlarda bilinci kuşanmış
Zindanlarda dirence sarılmıştı
Ve haykıran dudaklar
Her ihanet vakti çöl çöl yarılmıştı

Bir ağıttır belki Ağrı’da Zilan deresi
Dersim’de Laç deresi bir kanlı şiir
Oysa bir destandır Diyarbakır kalesi
Ve Diyarbakır zindanında
Ateşle sevişen “dörtlerin gecesi”

Ne ki zindan – ne ki tutsak olmak
Ne ki kavga – ne ki dağlarda vurulmak
Bir sehpada idam olmak ne ki
İhanet utancıyla yaşamak var ya hani

Onursuzluğun lağım çukurunda yok olmak
Üniformalı bir Dehak önünde durmak
Ve beyninin içindekileri bir bir kusmak
Sonra bir et yığınına dönüşüp kalmak
İşte buydu Diyarbakır zindanında yaşamak

Sesler ihanet dönüşürdü her gece
Bir tas çorba – bir dilim ekmek uğruna
İhanetler acılara dönüşürdü kalleşçe
Acılar hep türküler vururdu kendini

Etten ve kemikten insan olur mu?
Beyinsiz insan ayakta durur mu?
Aynı kavgaya gönül verenler
Dostunu ihanet ile vurur mu?

O zindan ki zincir sesidir şarkısı
Her sözünde bin çığlık yükselir
Her notasında bin öfke
Her dizesinde bin isyan beslenir
İsyan şiirlere
Şiirler yüreklere seslenir
O zindan ki her yemek vakti
Tutsak ağızları kanla süslenir

Onur kaleleri yıkılırken birer birer
Yüreklerde dal budak salar ihanetler
Ve düşman kasetinde üç önder
Beyinlerini kusarak düşmana sergiler
Aynı anda sıradan bir nefer
Hiç aldırmadan önderlerinin sesine
Tutsaklık içinde özgürlüğü söyler

Sus dostum sus – sözün yarıda kalsın
Özgürlük dilinde kilitli kalsın
Başlar eğilse de açılsın gözler
Konuşan önderler geride kalsın

Ne zaman umutsuzluk çökse direncin kıyısına
Bir acı saplanır yüreğin tam ortasına
Koğuşlar susar
Parmaklıklar durur
Ranzalarda küllenen umutlar ağlar
Geriye doğru atılan her adım
Yakılan ateş üstüne yağmur diye yağar

Anlatılmaz bir destandır yaşanan
Ne söze gelir ne saza
Kırbaçlar sopalara ve zincirlere karışır
Ölüler ayaklara dolanır geceleri
Kanlı battaniyelere sarılır
Her direnişte tabutlarla çıkılır dışarı
Gözyaşları zılgıt seslerine katılır
Elleri hep koynunda kalır kızların
Anaların gözleri dikenli tellere takılır
Bir acılı sessizlik sarar yürekleri
Dicle’nin suları susuzluğa çakılır
Kale burçlarındaki akbabalara
Ve üniformalar giyinmiş Dehak’lara
Yalnızca zindanın mazgallarından bakılır

Bir adam çoğalır bir başına hücresinde
Yüreği Kawa’dadır gözleri Babek’te
Ateşler yanarken dağ doruklarında
İhanet zindan karanlığında kol gezmekte
Kawa’lara Babek’lere bir yandaş gerek
Bu zindan karanlığına bir ateş gerek
Çevrilen ihanet çarkını kırmak için
Ölümü göğüsleyecek bir yoldaş gerek

Bir anda yırtılır zindan karanlıkları
Sessiz bir gürültüyle sarsılır duvarlar
Patlar bir beyinde newroz ışıkları

Ey ateşin ve güneşin çocukları
Hani bilincin sesi yüreklerimizde
Gözlerimizde inancın sancakları nerede
Bu gidişe dur demek gerekir bilirim
Hücrede her saniyeyi bir yıl eylerim
Bir ateş yaktık sönmesin diye hiçbir yerde
O ateş sönerse yaşamayı neylerim
Bu yüzden üç kibrit ile newroz günü
Yüreğimi sizlere armağan eylerim

Üç kibriti bayrak diye devralan
Ki dağları delip dostlarına yol kılan
Haykırdı ölüm haberini önde gidenin
Özgürlüğü zindan karanlığında güneşleyenin

Ey bu kavgaya gönül verenler
Ser yerine sır verenler
Serden geçip de sır vermeyenler
Bu zindan karanlığı yırtılsın diye
Bu ihanet duvarları yıkılsın diye
Newroz gecesi bir önder
Ateşi bedeniyle zindanlara taşımıştır
Ölürken bile hücresinde
Bizlere kıştan baharı muştulamıştır
Ateşi saraylarda – kömürlerde değil
Bir ışık uğruna yüreğinde yakmıştır

Silinmiyordu gözlerden süzülen yaşlar
Aksın diyordu herkes – aksın
Ağlamayı unutmuş gözler ağlasın
Gözyaşları alev alev harlansın
Dudaklarda tutuşup dillerde şahlansın

Ölen artık yüreklerde bir bayraktır
İhanet yolunda durulan bir duraktır
Karanlıkta bir çıngı ateş
Körlere yol gösteren bir ışıktır
Atılan zılgıtlar bir başkadır o gün
Bir bayram günü ölümü sevmek
Ölümsüzlüğe duyulan bir aşkadır o gün

Dolaştı üç kibrit elden ele sessizce
Hücreden hücreye
Koğuştan koğuşa gizlice
Konuşuldu uğrun uğrun
Tartışıldı geceler boyu ince ince
Zindandan dağlara vurdu şavkını
Dağlardan en kalabalık kentlere
Dallarda çiçeklere verdi rengini
Nehirlerde en coşkulu köpüklere
Dolaştı yurdunu boydan boya
Sazda kırılmayan tel
Dilde susmayan söz oldu türkülere

Zindanda yürekler yine baskıda
Eller bağlı – gövde askıda
Üç kibritin ateşi sönsün istenir
İnançlar ihanete dönsün istenir

Düşünceler zincire
Sevgiler prangaya vurulsun istenir
Yüreklerde çağlayan özgürlük suyu
Bulana bulana durulsun istenir
Üniformalı bir Dehak’ın şahsında
Zalimin zulmü kurulsun istenir

Baskılar yetmezse itirafta bulunmalara
Yapılan itiraflar dinletilir tutsaklara
İşte biri – biri daha – biri daha
Susardı bütün koğuşlar
Dönerdi bir anda sessiz mezarlıklara
Ve çığlık çığlığa o sessizlik
Binlerce öfkeyi
Binlerce isyanı doldururdu bakışlara

Üç kibriti dörtlemek derdi bir ses
Dört kibriti beşlemek
Ve ölümü isyan ateşleriyle düşlemek

Bir koğuş vardı koğuşlar içinde
Üç kibriti dörtleyenler yatardı içinde
Dört yıldız gibiydiler yıldızlar içinde

Teslimiyete gönül verilirken önlerinde
Ateşi çoğaltarak yakmak gerek dediler
Ölüme yaşamak diye bakmak gerek dediler
Sönüyorsa yakılan ateşler birer birer
Ateşi bedenlerde çoğaltmak gerek dediler
Oturdular her gece diz dize
Önce ölümü sevmeyi öğrendiler
Ve ölümde ölümsüzlüğün rengini gördüler
Karardan önce yurtlarında kalanların

Çiçeklerinde açanlarını sordular
Düş değildi yaşayıp gördükleri
Sözlerini gelecek adına bir düş diye
Dördü bir ağızdan hayra yordular
Binlerce tutsak içinde
Ve en kanlı kudurmuşluğunda vahşetin
Ölüm cehenneminde bir cennet kurdular

Havasızlık içinde veremler yaratılırken
Gardiyan hakimler ve savcı çavuşlarla
Her gece mahkemeler kurulurken
İnsanlar soyundurulup makatlar aranırken
Hangi kuş konardı zindan penceresine
Ve makatlara sigara takılıp yakılırken
İnsanlar dört ayak ile yürütülürken
Hangi bayra çekilirdi onur kalesine

Üç kibriti yüreklerinde dörtleyenler
Açlığın ve yoksulluğun kötülüğünü gördüler
Ama hiçbir şeyin
Boyun eğmekten daha kötü olmadığını
Ve boyun eğenlerin
Yarınlara kalmadığını bildiler
Her kötülüğün daha kötüsünü tartışıp
Gözlerinde bütün korkuları sildiler
Binlerce baskıdan ve küfürden sonra
Newroz ateşi yakıp şiirler söylediler
O günün adını milat koyup
Üç kibrit öncesi
Ve üç kibrit sonrası dediler

Ötsün diye kendi yuvasında kuş
Açsın diye kendi dalında çiçek
Gördüler ki yepyeni kibritler gerek
Ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek
Yanarken türkü söyleyen canlar gerek
Ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek

Patladı zindanda yepyeni bir isyan sesi
Ölümdür sınayan insan yiğitliğini
Ölümü bedenimizde boğmak gerek
Ölümsüzlüğe varıp ölümlerde
Dağlarda kır çiçeklerince çoğalmak gerek
Ölümü gamzelerde çiçeklemek ve gülmek
Gülmek ki yaşama bilenmek demek
İlle de insan sıcağı kokarken koğuşlar
Gülmek ki
Kurumuş derelerde sellenmek demek
Çöl kuraklığında güllenmek demek
Var git dostum var git
Kendin al bu gece nöbeti
Bu gece ölmek
Sonsuz bir ölümsüzlüğe yürümek demek

Aylardan mayıs ki dallarda çiçeklenir
Toprakta bereket ve doğada renktir
İnançta güzellik ve zamanda gelecektir

Dört yoldaş o gün baharın koynuna girdiler
Ölümün alçaldığını gözleriyle gördüler
Gömleklerini – kalemlerini ve saatlerini
Anılsınlar diye sevdiklerine verdiler
Ve dört ağızdan üç kibritin ışıklı sesini
Gök gürültülerini çıldırtarak gürlediler

Bu ihanet girdabında boğulmadan
Şahsımızda davamız son bulmadan
Ve geriye dönüşler virüs gibi çoğalmadan
Canımızla bu ihanet çarkına dur demeliyiz
Onur bayraklarını göğsümüze dikmeliyiz
Kawa’nın örsüne koyup davamızı
Yüreklerimizi körüklenen ateşlere sürmeliyiz
Bu zindanda yolumuz aydınlıktır artık
Üç kibriti dörtle çarpıp bu gece
Bütün şehitleri konuk gitmeliyiz

Saat dörtte dört canın etrafı dört duvar
Duvarların ötesi mayıs gülleri ve bahar
Analar ve bacılar ağlayacakmış ne çıkar
Bu gece “dörtlerin gecesi”
Dört göğüste yar diye yalnızca ateş yanar
Biri nöbet tutar – biri bildiri yazar
Diğerleri dört kişilik bir ateş kurar

Zindan sessiz – zindan canlı bir mezar
Gökyüzünde bir anda dört yıldız kayar
Bütün dostlar uykuda
Dörtlerin gözlerinde yalnızca ateş var
Dimdik başlarla
Emin ve kararlı bakışlarla
İhaneti durdurmak için ateşe yürüyorlar
Dördü de yaşamaya sevdalı
Özgürlüğe nişanlıydılar
Tutsaklık kesmişti mutluluk yollarını
Bu zindanda ölüme nikahlıydılar
Bu ölüm ki özgürlüğün ilk adımı
Tutsaklığın ve ihanetin kırılma anı

Takvimde on yedi mayıs kalkar
On sekiz mayıs dörtlere bakar
Dışarda güne hazırlanırken tomurcuklar
Dört candan başka uykudadır bütün tutsaklar
Dağ – taş ve zindan uykudadır
Yalnızca dört özgürlük yolcusu
O gece ölüme hesap sormaktadır

Yıllar boyu işkenceler içinde
İhanetler ve direnmeler içinde
Beklediler – beklediler de gelmedi ölüm
Tuttular yakasından koydular önlerine
Konuş be ölüm – konuş dediler
Biz büyürüz sen böyle küçüldükçe
Seninle kavgamız insanlık tarihiyledir
Prometeus’den Spartaküs’e
Bruna’dan Che Guavera’ya
Ve Kawa’dan bizlere dek ateş iledir
Gel de bağdaş kur soframıza ey ölüm
Senin alçaldığını görmek
Özgürlük adına sunulan canlar iledir

Zindan sessiz – zindan canlı bir mezar
Dört can el ele bir demire sarıldılar
Tinerler – neftler ve boyalar
Zindanda dört can
Kazan altında betona çakılmış birer çiviydiler
Demirin beline sarılmış dört perçindiler
Ve bir potada erimeye hazır cevherdiler

Haykırdı üç kibrit yolunda önde giden
Ateşi zindanlardan kentlere götüren
Tamam mıyız
Üç yerine dört kibrit çıkarıp cebinden

Yaktı yüreğindeki korlanan ateşten
Tutuşan ateş
Patlayan tinerlerin ve neftlerin sesi
Dokunmasın hiç kimse
Bu gece dörtlerin özgürlük gecesi
Dört bin yılda yazılmış bir destanın
Güneş diliyle söylenmiş ilk hecesi
Böyle tutuşur – böyle yanar ancak
Uzay çağında bir zindan gecesi

Adnan Yücel

Common phrases by theidioms.com