ATEŞİN VE GÜNEŞİN ÇOCUKLARI – 8

Solmuştur artık bütün isyan çiçekleri
İki yandan bağlanır insan yürekleri
Bir yanı korku büyütür dipçik yarasında
Bir yanı beyin yıkar
Uzaklaştırır çocukları kimliklerinden
Koparır türküleri kendi dillerinden

Koskoca kırk yıl geçmiştir aradan
Kurtlar hep kan içmiştir yaradan

Kırk yıl boyunca aynı renkte çiçekler
Bütün sesler aynı dilde
Bir yanın yoksullukta – çilelerde kaldı
Bir yanın salgında – çocuk ölümlerinde
Başın hep eğik kaldı – gözlerin korkuda
Elin hep boşta kaldı – düşlerin uykuda

Dilin yoktur diller içinde
“Devletimiz var olsun”
İlin yoktur iller içinde
“Milletimiz sağ olsun”
Diye diye türkülerin gitti gümbürtüye
Halayların – şiirlerin gitti
Umutların – düşlerin
Ve dört bin yıl boyunca derlediğin
O gizemli çiçeklerin
O destanlara sığmayan sözlerin gitti
Mem û Zin’den kalma güzel gözlerin
Her gece sarhoş masalarına
Başka dilden – başka sesle konuk gitti

Koskaca kırk yıl geçmiştir aradan
Kurtlar hep kan içmiştir yaradan
Ah o altmış sekizli nehirli yıllar
Yetmiş birli denizli yıllar
Dünya çınarında baharlı yıllar
Gençlik fidanları çiçek açmıştır
Korkuyu gözlerden silip atmıştır

Ateşin ve güneşin ölümsüz çocukları
Uyanmıştır kırk yıllık uykulardan
Başka dillerden de olsa
Geleceğin rengini tanımıştır kitaplardan
Görmüştür kaç bin yıllık dilsiz olduğunu
Karlı karlı dağlarda selsiz olduğunu
İşleyen topraklarda elsiz olduğunu
Esen rüzgarlarda yelsiz olduğunu
Okuyup anlamıştır ince ince
Bilimsiz isyanların yersiz olduğunu
Ve kanlı gelinliklerin tülsüz olduğunu
Görüp anlamıştır
Takmıştır yakasına gül diye korkusuzluğunu

Selam saldılar dört bir yana
Domuzlar körfezinde – Vietnamm’da
Kardeş bildiler bulutsuz gürleyeni
Şimşeksiz yıldırımlar salıp
Bir devi yerle bir edeni
Dünya toprağının her karışında
Dost bildiler çalışıp terleyeni

Çiçeğin meyveye durması için
Dallara suyun yürümesi gerek
Tohumun buğdaya dönmesi için
Toprağın yağmura doyması gerek
İsyanın zafere varması için
Korkunun gözlerde sönmesi gerek
Var git dostum var git

Bildiriler taşı dünya halklarına
Açmadan soldurmuş her gülün
Özgürlük bahçesinde açması gerek
Zorluklara karşı durması gerek
Zulüm zincirlerini kırması gerek

Çiçek dalda – arı baldadır artık
İnanç kolda – yolcu yoldadır
Mekikler dokunur kentler arası
Kitaplar – dergiler dolaşır elden ele
Bilgiler – sevgiler dolaşır
Şiirler aşk açar dilden dile
Silinsin diye tek
Alınlarında duran dilsizlik karası
Bitsin diye kendi yurtlarında
Kaç bin yılın yurtsuzluk belası

Ses verdiler dünyaya ve yurtlarına
Yurtların nehir akışlı kızlarına
Dağlarının namlu bakışlı oğullarına
Açtılar yüreklerini yaprak yaprak
Işık saçtılar dağ doruklarına
Beyler her yerde beydir dediler
Hangi dilden konuşursa konuşsun
Mazlumun sırtında yüktür dediler
Alınlarında Medya’dan kalma güneş
Yeniden bir ateş haktır dediler

O ateş ki Zerdüşt’ten ve Kawa’dan öte
Tutuşur içten içe bilinç ile
Yanar aşk ile sevinç ile
Yalım yalım yükselir gökyüzüne
Harlanır inanç ile direnç ile

Kaç ateş yandı o günden bugüne
Kimi aşiret aşiret söndü yüreğinde
Kimi yanmadan karlar yağdı üstüne
Bir avuç kül kaldı yalnızca
Şeyhlerin ve reislerin ellerinde

Artık dünyayı ellerinde tutanlar
Kanlarını terlerine katanlar
Yeraltından yeryüzüne ışık saçanlar
Yani dünyanın gerçek sahipleri
Bilmelidir ki bu kavga nasıl verilmeli
Bugünden yarınlar nasıl görülmeli
Ve zulmün olduğu her yerde
Bir anda şarteller nasıl indirilmeli

Bir adam vardır hani gözleri güneş
Saçları rüzgar
Elleri bütün insanlığın elleri
Dili toprağın ve yağmurun dili
Yanlışlar silinmişse gözlerden
Kim durdurabilir akan nehirleri
Açan çiçekleri
Başkaldıran yürekleri
Yeter ki doğru anlaşılsın sözleri
O sözler ki hep alınterini türküler
Özgürlüğe gönül verenler
Ve kavgada en önde gidenler
Ölürken bile o sözleri söyler
Küba dağlarında bir gerilla önderi
Vietnam’da bir topuzlular neferi
Aynı dillerden farklı sesleri neyler
Vietkong’da şair Liem
Ya da Filistin’de Mahmut Derviş
Cigerxwin’dan farklı bir şeyler mi söyler

Bütün bahçeler eylül vurgunuydu hani
Koç kırımı bitmiş – bağ bozumu başlamıştı
Ve düşünen beyin
Yazan el
O yıl yazı baharda kışlamıştı
Hani kentleri zulüm – dağları duman almıştı
Ve çözülürken ihanetin gerçek yüzü
Geriye bir tek direnenler kalmıştı
O direnç ki ölüme sarılmıştır yar diye
Bütün direnenlere selamlar salmıştı

Çukur yerlerde dağlar beklenirken
Nehirler zindanlara doldurulurken
Ve bir sabaha karşı kuşlar öterken
Sesler yükseldi dağlardan
Silinsin artık yalan üzre çizilmiş sınırlar
Paylaşılmış ovalar ve dağlar silinsin
Dost kimdir – düşman kimdir bilinsin
Yürekleri bölen korku duvarları
Ya bu sabah bütün yerlerinden delinsin
Ya da bu aşkın yolunda
Canlarını verecekler bizimle gelsin

Özgürlük kavgası türküdedir artık
Karlar dağlardan eriyip gider
Yıllar ter içinde tükenip gider
Bitmez işkence – bitmez tutsaklık
Ömürler zindanda çürüyüp gider
Hücreler kitaplık olur
Beyinler çiçeklik

Yalanlar gerçeklerde eriyip gider
Zindanlar kurulur taştan demirden
Metris’ten Diyarbakır’a selamlar gider
Her selam bir tufan olur oruçlarda
Açlığı ölümlerde bırakıp gider
Ölümsüzlüğü ölümlerde yakalar gider
Bir yanda on bir yıldız
Bir yanda dört çılgın ay ışığı
Karartılmış geceleri ışıtıp gider
Her biri imgeye dönüşür şiirlerde
Sözcükleri destanlara yağdırıp gider
Dallarda güllere vurur sesini
Sazlarda tellere vurur
Türküleri dillerde kavurup gider

Adnan Yücel

Common phrases by theidioms.com