ATEŞİN VE GÜNEŞİN ÇOCUKLARI – 5

Bazikan güzelleri nerde yatar şimdi
Göğüsleri tomurcuk – bakışları gül
Kikan ve Zivan güzelleri nerde
İsfahan’dan Fars diyarına beş bin aile
Kırıla kırıla sürülürken Azad’ın zulmünde
Azud al-Davla’dan gelen “azad” sözü
Özgürlüğe nasıl dönüştü senin dilinde

İhanetler gezinirken dört bir yanında
Ne de güzel girmişin yaşamın koluna
Zigurratsız yaşamadın diye bir tek gün
Tüm kavimler “zikurti” demişlerdi adına
Oysa baş koydun binlerce yıl sonra
Hiç görmediğin tek bir allah yoluna

Ah o peş peşe gelen kasırgalar
Beyler – krallar – peygamberler ve tanrılar
Kılıçlarla biçilen nevruz çiçekleri
Ve nal sesleriyle susturulan çığlıklar
Araplar – Oğuzlar
Ve atlarını çiçekle yemleyen Moğollar
Her kasırgadan sonra yeniden

Yeniden çizildi tufanlar içinde sınırlar
Ne oğlaklar oynaştı pınar başlarında
Ne de ses verdi sabah şenliği kuşlar
Her kasırgadan bir havar kaldı geriye
Bir de dağlarda filizlenen isyanlar
Yani geçmişi gününe taşıyanlar
Ve gününü yarılara doğru koşturanlar

Yedi başlı nehrin yirmi göz pınarından
Gözyaşı değil
Kan çanaklarından çöl kuraklığıydı akan
Toprak sarsılıp dururken tüm yurtlarında
Çiçek ölüleriydi atların ayaklarına dolanan
Açmadan solan
Çoğalmadan kuruyan çiçek ölüleri
Ve kılıçtan geçirilmiş aşklardı
Her kasırgadan sonra yüreklerde savrulan

Upuzun saçlı bir sevgiliydi toprak
Dağlardan sımsıcak denizlere doğru
Sonsuz bir ufkun rüzgarıyla uzanan
Ve toprağın göğsünde nehirler
Ki en güzel imgeleri sevişerek doğuran
Kimdi peki bir tohum için tutuşup yanan
Çağlayıp akan
Toprağın yüreğinde topraksız kalan
Bir nice yurt içinde yurtsuz olan kim

Sancılar kıvrandı yağmursuz kıraçlarda
Sığınağa dönüştü Cudi’nin yürek delikleri
Ne yollar kaldı dostan dosta ulaşan
Ne dosta sırt veren görkemli dağlar
Yedi baş bile bir başta birleşmeden
Din ve mezhep karanlıkları uğruna
Kanla boğuldu yedi başta bütün aşklar

Bağdat’ta derisi yüzüldü bir şairin
Tebriz’de başı kesildi bir diğerinin
Sivas illerinde hala Pir Sultan ağlar
Ah o destan destan ölümsüzleşen canlar
Kim vermişti onlara güzelliklerini
Zekeriya sevişmeli bir gece Meryem mi
Aylı ve çok Ayşeli bir gece Muhammet mi
Ali mi – Hasan mı – Hüseyin mi yoksa
Hani nerede Ahvazlar – Suburlar – Cafarlar
Ve binlerce yıl sonraki Mazlumlar nerede
Ellerin koynunda kalmış senin
Başın suları ölüm akan bir derede

Ey nevruz çiçeklerince çoğalan ülke
Filizkıran fırtınalarıyla dağılan ülke
Bir yalanı karanlıkta mum gibi
Karanlıkta yırtılsın diye yakan ülke
Reisler ve şahlar komutasında
Işık adına kendi güneşini karartan ülke

Mervani diye yirmi kentli bir devlettin
Mervan’ın zulmüyle dostlar inlettin
Gittin bir münkire gönül verdin
Bir halife sözüyle kendini hançerledin
Oysa nehirlerindeki her köpüğü ayrı ayrı
Yanıp sönen dudaklarından öpebilirdin
Kendi insanların adına kendi toprağını
Suların ışıltılı bilinciyle sevebilirdin
Sessizce geçebilirdin çığ salan dağlardan
Sımsıcak halklar denizine varabilirdin
Varmadın ateşin ve güneşin çocuğu varmadın
Aradığın ışığı ateşten ve güneşten sormadın

Ahvaz’da duymuştun ihanetin ilk sesini
Kendi çocuğun tarafından öldürülüşünü
Ki adına Hazarmard denirdi
Ateşin ve güneşin yurtlarında

İki yüzlülüğün vıcık vıcık bir simgesiydi
Bir yüzüyle Yakub
Bir yüzüyle Habis
Çirkefin şiire bulaşmış bir imgesiydi

Ya o başı bulutlarda reisler ve şahlar
Bazen geceden – bazen gündüzden yana
Rüzgarda toz diliyle savrulup durdular
Nehir kıyılarında susuzluğu
Çöl ortasında kuraklığı sordular
Gördükler her düşü ya bir şeyhe
Ya da yaşam yorgunu bir pir’e yordular
Gök gürültüsü bile çıldırırken seslerinde
Onlar kayalıklara yağan dolu diliyle
Parçalanıp dağıldılar – parçalanıp dağıldılar
Ve tarihi yazan şiir sözlü insanlar
Tarihin en çığlıklaşan yerinde
Onları “yanlış” diye bir kenara koydular

Nice rönesanslar yaşandı – nice reformlar
Mahkemeler kuruldu insanlık adına
Birer birer yargılandı krallar ve tanrılar
Sen neredeydin ey ateşin ve güneşin çocuğu
Gül sevmene bile konulurken yasaklar
Sen neredeydin

Tersine mi akıyordu yoksa bütün ırmaklar
Dağlardan derelere doğru süzülen bulaklar
Dosttan dosta haber ulaştıran ulaklar
Her şey tersine mi dönmüştü bakışlarında

Dinler parçalamış seni ey yasaklar ülkesi
Mezhepler yağmalamış
Haklar denizine akan nehirler içinden
Senin adına köpürüp çağlayan bir nehir
Gözyaşıyla tohumlar yeşerterek ağlamış
O nehir ki adını dağlara vermiş senin
Sularındaki yarayı türkülerinle dağlamış

Ey bütün sazlara söz olan yiğit
Şaddadiler kimdir bilir misin
Cudi’den Azarbaycan’a doğru rüzgarlaşan
Pınar pınar – ırmak ırmak Aras’laşan
Bizans ile Selçuklu arasında
Bir o yana bir bu yana havarlaşan
Kimdir bilir misin?

Ey nehir sesli Dersim güzeli
Sen bilir misin Şaddadileri
Hani Daysan macerasına bıyıkla gülen
Dabil ile Ganca ile deprem deprem gelen
Ve Ani sırtlarında
Kawa’nın ateşini yakıp yücelten
Özgürlüğü ateş diliyle yeniden çiçekleyen
Kimdir bilir misin
O gün çalınan saz ve çekilen halay
Hangi yaraya parmak basar şimdi
Hangi yarayı yeniden kanatır bilir misin?

Kafkas doruklarında bir güneş yarasıdır bu
Işıkları Tebriz’den Musul’a vuran
Musul’dan taa Halep’e uzanan
Dicle nehrinde sulara düşmeden boğulan
Toprağın göğsünde kuruyan bir güneş yarası
Sonra bin beş yüz on dört yılının ilk yarısı
Megler alime dönüşmüştü hani bilirsin
Medya yüzünde İdris-i Bitlisi karası
Ve yedi nehrin masmavi göğünde
Yankılanan zil- davul ve mehter narası

Aslan yatağında sırtlan yatar mı?
Satılmış topraklar tohum tutar mı?
Ey İdris-i Bitlisi ihanet bilgini
Bilgin olan vatanını satar mı?

Bir sözü bin yıllık havardır senin
Sesin yaz günü yağan kardır senin
Ey bilim yüzünde zincir karası
Tarihte adın bir ihbardır senin

Ey ateşin ve güneşin ışıksız çocukları
Nedir o görkemli geçmiten geriye kalanlar
Bir din adına kurban kurban kırımlar
Bir de yarım kalmış umutsuz isyanlar
Yurdunuz vardır yurtlar içinde
Ki siz yurtsuz
Diliniz vardır en güzel diller içinde
Ki siz dilsiz
Milyonlarcasınız milyarlar içinde
Ki siz kimsesiz

O günah sorguları yetmedi mi yazgınıza
O Hüseyin çileleri bitmedi mi daha
Kırklar yediler çekip gitmedi mi
Sazlar kırıla kırıla çalınırken
Ve turnalar vurulup susturulurken dağlarda
Düşler neden yorulur hala
Bir şaha
Bir de şahları kurban diye kestiren allaha

Bir saz kırıla kırıla çalınır Sivas’ta
Bir isyan türkü türkü rüzgara işlenir
Bir şair asılır sabaha karşı
Şah diye diye mucizeler düşlenir
Kırılan saz susar
Taşlanan şair ölür
Bir gül kana bulanır koynunda
Bir yanında ihanet vardır
Hazarmard’tan ve İdris-i Bitlisi’den kalma
Bir yanında dirençleşen inanç
Ki Kawa’dan ve Şaddat’tan alınma
Ne Ali vardır yanında – ki o yüce sultan
Ne Düldül ne şah
Ne de yoluna baş koyulan allah
Yalnızca bir sestir o günden bize düşen
“Hızır paşa bizi berdar etmeden
Yıkılın kaleler şaha gidelim”
Ey koca şair yıkılmadı işte kaleler
Sesinde türküler açıldı – yüreğinde güller
O çocuk saflığındaki sonsuz direncin
Bilsen hala ne bitmeyen kavgaları söyler

Adnan Yücel

Common phrases by theidioms.com